Upcoming script: Tunis

fotoğrafları görmek için yazıların altındaki 'fotoğraflar için' bağlantısını kullanabilirsiniz.

21.5.10

DUBAI


Birleşik Arap Emirlikleri’ne bağlı yedi emirlikten biri Dubai. En zengini değil belki ama en akıllı yatırım yapanı. 60’lı yıllarda bir balıkçı kenti olduğu söyleniyor. Petrol rezervlerinin kısıtlı olmasıyla birlikte kazandığı parayı, diğer söylentiye göre komşu emirlik Abu Dhabi’den borç aldığı parayı turizme yatırıyor. Yani aslında yaptığı projelerle tamamen bir imaj yaratıyor. Böylece 2006 yılında petrol dışı sektörler GSMH’nin % 94’ne kadar ulaşmış.

Hani mutlaka görülmeli denemez ama fırsat bulunursa bir gidip yakından bakılabilinir Dubai’ye. Ha neye yakından bakılır diye sorulacak olunursa da, üç beş şey var şehirde. Öncelikle eski adı Burj Dubai olan, krizde Abu Dhabi şeyhinin verdiği paralara karşılık adına atfedilen Burj Khalifa.

Bu Burj Khalifa, sadece yükseklik rekorlarıyla tanınmasının üzücü olduğu çünkü aslında tasarımının dikkat çekici estetikte olduğu bir gökdelendir. Bir kere öyle ortalık yerde tek başına durmaz. Dubai Mall, Dubai Fountain ve diğer bir takım konut ve otel binalarının da dâhil olduğu büyük bir kompleksin içinde tasarlanmış. Yani çevresiyle birlikte düşünülmüş, iddialı bir tasarım.

Dubai Mall dünyanın en büyük alışveriş merkezidir ve içinde gezilmeye değer bir akvaryum vardır. Zaten şehirde yapacak pek bir şey bulunamadığından akvaryum yeteri kadar ilginç gelir insana. Dubai Fountain ise tüm bu yapıların ortasındaki çok geniş şu yüzeyinin içine yerleştirilmiş su fıskiyelerinden oluşmaktadır. Akşam saat 18.00’den itibaren her 20 dakikada bir müzikli su gösterileri düzenlenir. Gene bu etkinlik de izlenmeye değer.

Burj Khalifa SOM şirketiyle birlikte çalışan mimar Adrian Smith tarafından tasarlanmış, tasarlanırken de Arap mimarisinden etkilenilmiş. Rüzgârdan etkilenmemesi için köşeli değil yuvarlak formlar kullanılmış. Katlar yükseldikçe binanın incelmesi, olduğundan çok daha yüksek ve sivri görünmesini sağlıyor. Binanın içi ise Giorgio Armani tarafından dekore edilmekte. Üstelik dünyanın ilk Armani Oteli de yine bu binanın içinde. Yapının işlevsel kullanımı ofis, konut, otel, residans ve bir takım rekreasyon amaçlı kullanımlar. Evet, yani bildiğiniz bir kentteki neredeyse tüm kullanımlar. Yapı başlı başına bir kent desek yeridir.

Kompleksin orta alanında Dubai Mall'ın önündeki kafelerden birinde oturup uzun uzun gökdeleni seyretmek keyif verici. Hele de güneş batarken binanın solunda, göl misali havuzun üzerinde, uzaktaki yığınla gökdelenin oluşturduğu panorama gözleri bayram ettiriyor. (Hani Neon Genesis Evangelion diye bir anime serisi vardı. Arada tokyo 3 şehrinin manzarasını koyarlardı. Böyle, güneş batarken gökdelenler. Heh, işte, aynı o manzara!)

Dubai’de görülebilecek bir başka şey Yelken Oteli. 2005 yılında Agassi ile Federer’in çatısında tenis maçı yaptığı. Yapı yine çok estetik. Ama asıl güzel yanı aydınlatması. Yakınında küçük bir alış veriş merkezi var. En yakından görülebilinen nokta ise bu alışveriş merkezinin girişi. Yakınındaki başka bir bina ile birlikte yelkenli bir tekne gibi görünüyormuş. İnsan bunu öğrendikten sonra takip eden günlerde şehrin her farklı noktasına gittiğinde ’acaba yakaladım mı o açıyı’ diye bakmadan edemiyor. Oysaki o açı ancak denizden şehre yaklaşırken yakalanabiliniyormuş. Ne hayal kırıklığı ama!

Şehirde gidilen bir başka alışveriş merkezi ise içinde şu meşhur kayak pistinin bulunduğu. Kayak pisti de topu topu 100 metre. E fiyatlar da fahiş. İnsan bir tek girişteki camlardan bakıp görmeye çalışmakla kalıyor.

Yine başka bir alışveriş merkezi İbni Batuta adlı İslam dünyasının tanınmış bir gezgininden esinlenerek yapılan, birbirine eklemlenmiş pavyonlardan oluşan bir yapı. Her bir bölüm gezginin gittiği bir ülkenin mimarisinden örnekler taşıyor. Biraz fazla şaşalı, abartılı.

Başka bir alışveriş merkezi de… Yok artık! Gezerken usandığı gibi insan yazarken de usanıyor. Alışveriş merkezi lafını bile duymak istemiyor. Ama hadi bu seferkine yarı alışveriş merkezi diyelim, Dubai Marina. Bir takım lüks konutlar, restoran ve mağazalarla dolu yapay ve kısa bir sahil şeridi. Şehrin yabancılarının koşuya yürüyüşe çıktıkları bir alan. Eh, biraz açık havada nefes alınabiliniyor en azından.

Gelgelelim, son durak en ucundaki görkemli Atlantis Oteli’yle Palmiye adası. Hiçbir şey. Yani hiçbir şey yok. Aslında adada olduğunuzu bile anlamıyorsunuz. Arabayla bir tünele giriyorsunuz. Tünelden çıkınca ‘Burası Palmiye Adası işte’ deniyor. Sonra normal, yolda gidiyorsunuz, gidiyorsunuz. Sonra yol bitiyor, geri dönüyorsunuz. Bu kadar. Ha arada sağa sola yollar gidiyor, ama giriş yok. Yani kamuya açık değil. Başka bir değişle sokaklar kamusal değil, özel alan. Bunu görmeye Dubai’ye gideceğine, Google Earth’ten bak daha eğlenceli. Şekli şemali belli hiç olmasa.

Dubai’nin bir de turistlerinin uğramadığı, eski yapılaşmasının bulunduğu bir alanı var. Creek denilen, eskiden sadece bir dere olan, sonradan bir nehre dönüştürülen, üzerinde eski ahşap teknelerin gezdiği, kokan suyun etrafı bu alan. Oldukça köhnemiş. Alt gelir grubu, yani göçmenler yaşıyor. Daha çok Hintliler, Filipinliler… Kısacası pek cazip değil dolaşmak için, hatta hiç değil.

Her ne kadar görülecek az şey olsa da, gökdelenlerin birinde oturan arkadaşın evinde kalmak, alkolün yasak olduğu bir ülkeden gidip de doyasıya alkol tüketmek, çölün ortasında bir yer için ‘adamlar yapmışlar’ demek, emirin resimlerinden başka ortalıkta bir tek Arap’ın görülmediği bir Arap ülkesi görmek, tamamı Filipinli servis sektörü çalışanlarının Ma’am şeklinde hitap etmesine alışmak, Palmiye Adasında oturan hocamızı iki sevgili öğrencisiyle birlikte ziyarete gidip profesör böreği yemek, enteresan ve yaşanılması gereken deneyimlerdi. Darısı okuyanın başına!

Fotoğraflar için...

No comments:

Post a Comment